Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Prof. Dr. Mehmet Karakaş, Sosyoloji Kulübü tarafından düzenlenen “Sosyolojinin Dünü ve Bugünü” başlıklı konferansta sosyoloji biliminin tarihsel gelişimi, kavramsal temelleri ve günümüzde karşılaştığı yöntemsel sorunlara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüseyin Koçak’ın açış konuşmasıyla başlayan etkinliğe Teknoloji Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayhan Erol, Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı.
Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Koçak, Sosyoloji Bölümü’nün gelişim süreci ve yakın dönemde tamamlanan FEDEK akreditasyon değerlendirmesine ilişkin bilgiler paylaştığı açış konuşmasıyla başlayan etkinlik, Rektör Karakaş’ın özgeçmişinin okunmasının akabinde “Sosyolojinin Dünü ve Bugünü” isimli konferansla devam etti.
Sosyolojinin Doğuşu: Devrimler Çağının Atmosferinde Doğan Yeni Bir Bilim
AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakaş, “Sosyolojinin Dünü ve Bugünü” isimli konuşmasında sosyolojinin ortaya çıkış koşullarından, üstlendiği temel role ve güncel kuramsal yönelimlere kadar geniş bir perspektif sunarak disiplinin, geçmişten bugüne izlediği dönüşümsel serüvenini geniş bir çerçevede ele aldı.
Konuşmasında sosyolojinin; diğer sosyal bilim dalları olan felsefe, tarih, edebiyat, iktisat ve siyaset bilimine kıyasla daha yeni bir bilim dalı olduğunu ifade eden Karakaş, sosyolojinin bilim olarak yaklaşık 150 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu, Türkiye özelinde değerlendirildiğinde ise sosyolojinin yüz yılı aşkın bir tarihi bulunduğunu belirtti. Karakaş, “İnsanlık tarihinin uzun geçmişi düşünüldüğünde sosyoloji genç bir bilimdir” dedi. Sosyolojinin, 18. yüzyılın sonlarında özellikle Batı Avrupa’da yaşanan Sanayi Devrimi, Bilim Devrimi ve Fransız Devrimi gibi büyük ölçekli gelişmelerin sonucunda bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığını belirten Karakaş, “Sosyoloji, 19. yüzyılda şekillenerek bilimsel anlamda kurumsallaşma süreci yaşayan ve retoriğini geliştiren bir bilimsel yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır” diye konuştu. 18. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan gelişmelerin toplumsal yaşamdaki etkilerine dair açıklamalarda da bulunan Karakaş, şu bilgileri paylaştı:
“18. yüzyıl, yalnızca Batı Avrupa’da değil tüm dünyada büyük dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu yüzyılda düşünsel tartışmalar yoğunlaşmış, bilimsel fikirler özellikle sosyal bilimler alanında zirveye ulaşmıştır. Dönemin en büyük gelişmelerinden biri Sanayi Devrimi’dir. İngiltere’de buharlı makinenin icadıyla başlayan süreç, hemen akabinde Bilim Devrimi’ni ve Teknoloji Devrimi’ni tetiklemiştir. Buharlı makine, mekanik teknolojinin ortaya çıkışını sağlayarak kol gücünün makine gücüne dönüşmesine ve fabrikasyon üretimin başlamasına zemin hazırlamıştır. Bilimsel ilerlemelerin etkisiyle gelişen mekanik teknoloji ve fordist üretim sistemi, toplumsal yapıyı köklü biçimde dönüştürmüştür. Bir diğer önemli dönüşüm ise kültürel ve siyasal alanları etkileyen 1789 Fransız Devrimi’dir. Söz konusu devrimlerin ortaya çıkardığı yeni toplumsal yaşamı anlamak ve açıklamak için yeni bakış açılarına ihtiyaç duyulmuştur. Mevcut sosyal bilimler yaşanan dönüşümleri açıklamakta yetersiz kalınca sosyoloji yeni bir açıklama biçimi olarak doğmuş; aynı dönemlerde antropoloji, etnoloji ve psikoloji gibi diğer sosyal bilim alanları da gelişmeye başlamıştır. Böylece sosyoloji, toplumsal değişimi anlamlandırmak ve açıklamak amacıyla ortaya çıkan temel disiplinlerden biri hâline gelmiştir” diye konuştu. Sosyolojinin ortaya çıktığı döneme dikkat çeken Karakaş, 18. yüzyılda toplum yapısının köklü biçimde sarsıldığını ve sosyolojinin bu altüst oluşun ardından toplumsal yapıyı yeniden kurma görevi üstlendiğini söyledi. Sosyolojinin, dönemin koşulları içerisinde kurucu bir rol oynadığını belirten Prof. Dr. Karakaş, “Sosyoloji, toplumu kurma ve inşa etme düşüncesiyle ortaya çıktı. Başlangıçta doğa bilimlerinden etkilendiğini etkilenerek toplumsal meseleler daha genelleştirici bir bakış açısıyla ele alındı ve adeta bir kanun mantığıyla açıklanmaya çalışıldı. Bu süreçte sosyoloğa yüklenen rol, kurucu ve inşa edici bir roldü” dedi.
Avrupa Sosyolojisinin Üç Farklı Yolu
Karakaş, Avrupa coğrafyasında ortaya çıkan sosyolojinin kurumsallaşma sürecinin ülkeden ülkeye farklılıklar taşıdığını belirterek Fransa’da daha saf bir disiplin olarak belirdiğini, Almanya’da tarih ve felsefeyle iç içe ilerlediğini, İngiltere’de ise iktisatla yakın bir ilişki kurduğunu söyledi. Karakaş, bu çeşitliliğin sosyolojinin zenginleşmesini sağladığını ve her ülkenin kendi toplumsal koşulları doğrultusunda özgün bir düşünsel gelenek oluşturduğunu ifade etti. Konuşmasında sosyolojinin yükseliş ve düşüşlerinin siyasal atmosferlerle yakından ilişkili olduğunu da vurgulayan Prof. Dr. Karakaş, 20. yüzyılın ilk yarısındaki otoriter yönetimler döneminde Avrupa’daki sosyologların baskı gördüğünü, hatta bazı ülkelerde sosyoloji bölümlerinin kapatıldığını, Türkiye’de de benzer süreçlerin yaşandığını kaydetti. Karakaş; İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yeni dünya düzeniyle birlikte sosyal bilimlerde daha özgürlükçü ve çoğulcu yaklaşımların güç kazandığını, özellikle 1960’lardan itibaren teknolojide ve üretim sistemlerinde yaşanan devrimsel nitelikli gelişmelerle de kültürel, toplumsal ve siyasal yaşamda önemli değimlerin yaşanmaya başladığını söyledi.
Teknolojik Dönüşümün Hız Kazanması ve Sosyolojinin Yavaşlayan Tepkisi
Prof. Dr. Karakaş, 2000’li yıllardan sonra yaşanan hızlı teknolojik dönüşümün sosyal bilimler için yeni zorluklar yarattığını belirtti. Karakaş, dijitalleşme, bilgi akışının hızlanması ve yapay zekâ gibi teknolojilerin toplumsal yaşamda radikal değişimlere neden olduğunu, genelde sosyal bilimlerin özelde de sosyolojinin bu hız karşısında yeni kavramlar, kuramlar ve yöntemler üretmekte zorlandığını dile getirdi. Karakaş, “Sosyoloji artık geleneksel açıklama biçimleriyle değişimi takip etmekte ve açıklamakta ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldı. Bu durum hala geçerlidir ve özellikle maddi alanlarda hız kazanmış değişim dinamiğinin toplumsal yaşamda yol açtığı değişimleri anlamak için yeni bir anlama ve açıklama metodolojisine ihtiyaç duyulmaktadır” dedi. Karakaş, sosyolojinin yapay zekâ gibi yeni imkân ve araçlardan da faydalanarak toplumsal değişim ve dönüşümü daha hızlı bir yolla anlamaya çalışması gerektiğinin önemine dikkat çekti.
Batı Dışı Dünyadan Katkılar: İbn Haldun’un Öncü Rolü
Konuşmasında sosyoloji tarihinde Batı merkezli yaklaşımın eleştirisine de yer veren Karakaş, “Sosyolojinin bilim olmasının zeminini oluşturan sosyolojik düşünceyi, sadece Batılı düşünürler oluşturmadı, Batı dışı dünyadan da çok önemli katkılar yapıldı. Sosyolojik düşünce birikimine Çin, Hint, Yunan, Mısır ve İslam düşünce gelenekleri önemli katkılar sundu. Modern bilimin ve modern düşüncenin oluşumunda özellikle İslam düşünce geleneği ve onun Avrupa’daki izdüşümü olan Endülüs medeniyeti belirleyici bir rol oynadı. Örneğin İbn Haldun’un geliştirdiği; sosyal olayların ve olguların ele alınma yöntemi ve toplamsal olayların sosyal ve siyasi arka planının sistematik analizi, modern sosyolojiyle büyük paralellikler taşımaktadır” ifadelerini kullandı. Geçmişi kutsallaştırarak ve romantikleştirerek değerlendirmenin yol gösterici olmadığını belirten Karakaş, “Sosyolog, geçmişi değerlendirirken bugünden bakarak övgüler ve sövgülere yönelmemelidir. Geçmişin bakiyesinin tortularına takılıp kalmadan geçmişe de saygı duyarak onu eleştiriye tabi tutmalı ve geleceğin sosyolojik muhayyilesini kurgulama çabası içerisinde bulunmalıdır. Bu ilke doğrultusunda hareket edecek sosyologlar kendilerine yeni araştırma konuları, kaynaklar ve iklimler bulacaktır. Bugün Türkiye’de, sosyologların ve bazı sosyal bilimcilerin en büyük sorunlarından biri, geçmişin yarattığı tortulardan kurtulamamalarıdır. Kendi geçmişlerini kutsallaştırarak bugüne ve dünyaya bakma eğilimleri maalesef ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.
Sosyolojik Düşünce ile Sosyoloji Arasındaki Ayrım ve Sosyolojinin Konumlanması
Sosyolojik düşüncenin, insanın toplu yaşamaya başlamasıyla birlikte ortaya çıktığını kaydeden Prof. Dr. Karakaş, “İnsan, kendisiyle, çevresiyle, doğayla ve toplumla ilgili merak ettiği sorulara cevap aradıkça sosyolojik düşünce üretmeye başlamış; bu düşünsel süreç tarih boyunca farklı biçimlerde tezahür etmiştir. Bu arayış farklı dönemlerde sihir, büyü, felsefe, din veya ahlak olarak adlandırılarak tezahür etmiş ve 18. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde ise sistematik bir disipline dönüşerek sosyoloji halini almıştır. Sosyolojiye evrildiği noktada artık sosyoloji biliminin tarihi başlamış oldu. Kısacası sosyolojik düşüncenin tarihi insanın varoluşuna kadar uzanırken, sosyoloji biliminin tarihi 18. yüzyılın son çeyreğindeki gelişmelerle başlamıştır” dedi.
Karakaş, sosyolojinin üç temel bileşeninin bulunduğunu belirterek şunları ifade etti:
“Sosyolojik muhayyile, sosyolojik bilgi ve yöntem olmak üzere sosyolojinin üç temel bileşeni bulunmaktadır. Bilim olarak sosyoloji, bu üç bileşen üzerine inşa edilir. Sosyolojik muhayyile; soru sorma, olaylar arasındaki ilişkileri kavrayabilme, değerlendirme yapabilme ve analitik düşünme yeteneğini ifade eder. Muhayyile aynı zamanda bir perspektif sunar; tahayyül etme, hayal kurma ve merak etme kapasitesini de içerir. Başka bir ifadeyle merakın çerçevesini çizen unsur muhayyiledir. Bu yetenek yoksa sosyolojik bilginin işlevi sınırlı kalır. İkinci unsur olan sosyolojik bilgi ise muhayyileyi besleyen ve sosyolojinin bilgi gövdesini oluşturan temel bileşendir. Üçüncü unsur olan yöntem ise bilimsel bilgi üretiminin vazgeçilmez koşuludur. Yöntem olmadan hiçbir unsur bilimsel bilgiye dönüşemez. Yöntem bilgiyi nesnelleştirir; aksi halde bilgi felsefi, ideolojik ya da öznel bir nitelik kazanır. Sonuç olarak sosyolojik muhayyile, sosyolojik bilgi ve yöntem, sosyolojinin temel yapıtaşlarını oluşturur.”
Sosyolojinin temel işlevini ve konumunu; geçmiş, günümüz ve gelecek olarak (3G formülüyle) üçlü bir çerçevede açıklayan Karakaş, “Sosyoloji, olmakta olanı anlamak istediği için günümüze odaklanır. Bugünü anlayabilmek için geçmişin tecrübelerine bakar ve bunları değerlendirir. Ancak bununla yetinmez; geçmişi ve bugünü analiz ederek geleceğe yönelik öngörülerde de bulunur. Bu kehanet anlamına gelmez, ama sosyologların gelecek için tahminleri hep olmuştur” şeklinde konuştu. Karakaş, Auguste Comte’un “pozitif hal” öngörüsü ve Karl Marx’ın “komünist toplum” yaklaşımını bu geleneğin örnekleri olarak gösterdi. Sosyolojinin “geçmiş, günümüz ve gelecek” arasında sürekli dolaşan bir disiplin olduğunun altını çizen Karakaş, bu üçlü yapıyı, “3G formülü” olarak adlandırdı. Karakaş, geçmişin tecrübelerinden yararlanarak bugünü anlamanın ve geleceğe ilişkin değerlendirmenin, sosyolojinin temel işlevi ve konuşlanma noktaları olduğunu belirtti.
Günümüz Sosyoloğunun Nitelikleri ve Gelecek Perspektifleri
Sosyologların 21. yüzyılda belirli niteliklere sahip olması gerektiğini ifade eden Karakaş şöyle konuştu: “Günümüz konularını ve sorunlarını analiz edecek sosyolog; disiplinler arası bir bakış açısına sahip olmalı, analitik ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeli, etkili yazma ve iletişim kurma becerilerini geliştirmeli, istatistiksel analiz yapabilmeli, etkili bir gözlem yeteneğine sahip olmalı ve toplumsal gerçekleri oldukları gibi nesnel bir biçimde ifade edebilmeli.”
Sosyolojide gelecek perspektiflerine değinen Prof. Dr. Karakaş konuşmasını şöyle tamamladı:
“Sosyoloji toplumsal dünyaları açıklamayı amaçlayan bir bilim, sosyolog da bunu gerçekleştiren kişi ise; her toplum için farklı bir toplumsal dünyanın varlığını varsayabiliriz. Her sosyoloğu farklı referans dünyalarının şekillendirdiği kişi olarak değerlendirdiğimizde sosyoloji hem bağlamı hem de bağlamlar arası ilişkiyi açıklaması gereken bir bilim olarak karşımıza çıkar. Bu durumda sosyoloğun kendi referans dünyasını, sosyolojinin ise ait olduğu bağlama ilişkin toplumsal dünyayı açıklarken yerli bir tutum içerisinde olması ve içinde bulunduğu toplumsal bağlamla ilişki kurması bilimsellik açısından bir sorun teşkil etmemelidir. Öte yandan sosyolog, farklı referans kaynaklarını, farklı bağlamların toplumsal dünyalarını ve bağlamlar arası ilişkileri açıklama anlamında evrensel olmak durumundadır. Dolayısıyla beşerî bir bilim olarak sosyoloji hem yerlilik hem de evrensellik perspektifiyle hareket edebilir ve kavramlarını, kuramlarını yöntemlerini bu doğrultular çerçevesinde geliştirebilir. Önemli olan hem yerli olanla hem de evrensel olanla bağlar kurarak kendimize ve dünyaya ilişkin söz söyleyebilme imkânını üretebilmektir. Bu imkânı büyütebilmek için yerel ile evrensel eksenler arasındaki o tatlı ve tutarlı dengeyi yakalamak ve buradan bir özgünlük üretmek önemlidir. Ancak genelde sosyal bilimcilerin özelde de sosyolojinin, maddi gelişim çizgisinde meydana gelen gelişmelerin toplumsal dünyalarda yarattığı sonuçları açıklama konusunda söz konusu imkânı üretmede zorlandıklarını ifade etmek gerekir.”
Konferans, soru cevap bölümünün ardından Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüseyin Koçak’ın Rektör Prof. Dr. Mehmet Karakaş’a çiçek takdimi ve hatıra fotoğrafı çekilmesiyle sona erdi.





