Saygının Çekildiği Dünya: Dirilişin İlk Adımı

Bir milletin gerçek hazinesi ne altın'la, ne gümüş'le, ne de taşan kasalarla ölçülür. Bir milletin asıl serveti, kendi öz değerleridir. Bu değerler, nesilden nesil'e aktarılan

Bir milletin gerçek hazinesi ne altın'la, ne gümüş'le, ne de taşan kasalarla ölçülür. Bir milletin asıl serveti, kendi öz değerleridir. Bu değerler, nesilden nesil'e aktarılan manevi mirasın en kıymetli parçalarıdır. İşte o mirasın en başında, bir toplumun harcını yoğuran, gönülleri birbirine bağlayan saygı gelir.

Saygı, bir davranıştan ibaret değildir. O, bir iman tecellisidir. İslam Ansiklopedisi’nin de işaret ettiği üzere, saygı kavramı (tekrim ve ta‘zîm) Kur’an ve sünnette yalnızca insanlar arası değil, Allah’a karşı kullukta da bir asalete işaret eder. Nitekim bir müminin müslümanca yaşaması, öncelikle Rabbine, sonra peygamberine, daha sonra da insana, tabiata, hatta varlığın tümüne karşı hürmetle mümkündür.

Dün ve Bugün: İki Manzara

Dün, çocuk büyüğün elini öpmeyi bir onur, bir nasip sayardı. Aile, yalnızca bir barınak değil, aynı zamanda sevginin, şefkatin ve hürmetin ilk mektebiydi. Çocuk, o mektepte kendinden önce gelenin ağırlığını, kendinden sonra gelecek olanın sorumluluğunu öğrenirdi. Bir bakışın, bir sözün, bir sessiz duruşun bile insana değer kattığı günlerdi o günler.

Bugün ise manzara bambaşka. Toplumun damarlarında dolaşan o ince duyarlılık çekilmiş gibi. Ne bakışlarda vakar, ne gönüllerde bir titreyiş var. Teknoloji ve tüketim kültürü arasında sıkışan insan, kendi kökünden kopmuş, varlığını gösterişin, hızın ve yüzeyselliğin içinde kaybetmiş durumda. Bir zamanlar hayatın temel taşları olan değerler, artık yalnızca eski fotoğrafların solgun karelerinde yaşıyor.

Necip Fazıl’ın “ruhsuz kalabalıklar” nitelemesi işte tam da bu çağın insanını tarif eder. Sezai Karakoç’un “diriliş” çağrısı da böyle bir boşlukta yankılanır. Çünkü insanın diri kalmasını sağlayan, toprağın verimliliğini koruyan, toplumun damarlarında kan gibi dolaşan şey; saygıdır, sevgidir, imandır.

Saygı ve İslam’ın Ruhu

İslam’ın temelinde, Allah’ın insana bahşettiği değeri tanıma vardır. “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık” (İsrâ, 70) ayeti bu hakikati beyan eder. Dolayısıyla mümin, her insana ve hatta her varlığa saygı göstermeyi bir iman borcu bilir. Peygamber Efendimiz (sav), “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir” buyurarak, toplumsal hayatın temel dengesini saygı ve merhamet üzerine kurmuştur.

Müslümanca yaşamak, yalnızca ibadet ritüelleriyle sınırlı değildir. Oruç tutarken sabrı, zekât verirken paylaşmayı, namaz kılarken teslimiyeti öğrenir insan. Fakat bu ibadetler, toplumsal hayata yansımadığında eksik kalır. Asıl olan, bu değerlerin hayatın bütün damarlarına nüfuz etmesidir. İşte saygı da böyle bir damardır: İnsan ilişkilerini diri tutar, toplumun ruhunu besler.

Çoraklaşan Ruhlar

Saygının olmadığı yerde sevgi de kök salamıyor. Sevginin kök salamaması demek, merhametin, fedakârlığın, sadakatin de toprağını kaybetmesi demektir. Ve sevginin olmadığı bir dünyada insan ruhu çölleşir. Bugün yaşadığımız huzursuzluk, yalnızlık, güvensizlik, işte bu çoraklığın doğal sonucudur.

Karakoç’un ifadesiyle, bir toplumun yeniden ayağa kalkması, ancak “diriliş”le mümkündür. Diriliş ise kendi köklerine, kendi değerlerine yeniden dönmekle gerçekleşir. Saygı ve sevgi olmadan diriliş mümkün değildir. Çünkü diriliş, yalnızca iktisadi ya da siyasi bir kalkınma değil, en başta ruhun ve kalbin yeniden canlanmasıdır.

Görevimiz: Yeniden İnşa

Bugün bize düşen görev açıktır: Dirilişin ilk adımını atmak. Bu adım, yeniden saygıyı ve sevgiyi ayağa kaldırmaktır. Önce ailede, sonra okulda, işte, sokakta… Küçüğe şefkat, büyüğe hürmet yeniden öğretildiğinde; komşuluk bağları yeniden dirildiğinde; selamlaşmak yalnızca bir gelenek değil, bir gönül köprüsü olduğunda, işte o zaman yarınlarımıza umutla bakabiliriz.

Saygı ve sevgi, sadece insani bir ihtiyaç değil, aynı zamanda imanımızın tezahürüdür. O değerleri ayağa kaldırmak, sadece toplumsal huzur için değil, kulluk sorumluluğumuz için de zorunludur.

Unutmayalım: Saygı çekildiğinde, insanın ruhundan da bereket çekilir. Diriliş, işte bu kaybı telafi etmenin, yeniden özümüze dönmenin adıdır. Ve o dirilişin ilk taşı, yeniden saygı ile atılacaktır.