Afyonkarahisar'da son günlerde dikkat çeken bir sosyal medya paylaşımı, siyasetin hassas sınırlarını bir kez daha gündeme getirdi.
İsmail Kumartaşlı başkanımızın Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) üzerinden yaptığı ve şiddet içeren ifadeler barındıran açıklamaları, siyasi tartışmaların ne denli yanlış bir mecraya sürüklenebileceğini gözler önüne serdi.
Bu tür söylemler, toplumu kin ve düşmanlığa sevk etme potansiyeli taşıması açısından oldukça vahim bir durum olarak değerlendiriliyor.
Öncelikle, bu sözlerin sahibi İsmail Kumartaşlı'yı yakından tanıyan ve kendisine saygı duyan bir gazeteci olarak, bu tür bir dilin kabul edilemez olduğunun altını çizmek isterim. Yıllardır şehit cenazelerinde gözyaşı döken, şehit ve gazi ailelerinin ellerini öpen birisi olarak, bu topraklar için canını vermiş insanların hatıralarının siyasi malzeme yapılmasının acısını derinden hissediyorum. İsmail Kumartaşlı başta olmak üzere tüm şehit aileleri, bu millet için paha biçilmez değere sahiptir. Ancak bu değer, hiçbir zaman nefret söyleminin arkasına sığınılacak bir kalkan olmamalıdır.
Unutulmamalıdır ki, bu vatan uğruna şehit düşen Mehmetçiklerimiz, herhangi bir siyasi parti için değil, bayrağımızın inmemesi, vatan toprağının bir karışının dahi teslim edilmemesi için canlarını feda ettiler. Bu yüce fedakarlığı, siyasi çekişmelerin odağına yerleştirmek, şehitlerimizin manevi hatırasına saygısızlıktır. Hiç kimsenin, hangi siyasi görüşten olursa olsun, şehitleri ve Gazileri kendi siyasi argümanlarına alet etmeye hakkı yoktur.
Yaşanan tartışmaların merkezinde, MHP üzerinden yürütülen siyasetin "devlet projesi" olup olmadığı sorusu yer alıyor. Bu noktada şu çok net bir şekilde anlaşılmalıdır: Türkiye gibi köklü bir devlet geleneğine sahip bir ülkede, stratejik öneme haiz konular salt bir siyasi partinin inisiyatifine bırakılmaz. Süreçler devlet aklıyla, milli menfaatler gözetilerek yönetilir. Bu bir siyasi çatışma ya da basit bir uzlaşı değil, devletin bekası ve milletin birliği için hayata geçirilen üst düzey bir politikadır. Hiçbir siyasi aktör, vatan hainleriyle uzlaşma veya onları affetme gibi bir tavır içinde olamaz. Tarih, bu tür hamlelerin arkasındaki asıl niyeti her zaman kaydedecektir.
Bu konuyu sadece siyasi bir perspektiften değil, insani bir tecrübeyle de ele almak gerekir. Askerliğim sırasında yaşadığım bir anı, şehitliğin ne denli kutsal bir makam olduğunu bana bir kez daha hatırlattı. Operasyona çıkacak 25 kişilik bir grubun içinde ben de varken, başka bir görev nedeniyle gidememiş ve o operasyonda 14 silah arkadaşımı şehit vermiştim. O gün, "Keşke ben de gitseydim" duygusunun ağırlığını yüreğimde taşıyanlardanım. Şehitlik, Allah'ın en seçkin kullarına bahşettiği bir rütbedir. Bu "yüce makamı anlamayan", şehit ailelerinin derin acısını hissedemez.
Elbette, yaşanan süreçlerden rahatsızlık duyan, Kahrolan, üzülen şehit aileleri olabilir. Ancak sorulması gereken asıl soru şudur: Bu durum karşısında kime, neye küsülmeli, düşmanlık beslemek mi dir? Devletimize, vatanımıza, bayrağımıza ?
Unutulmamalıdır ki, bu süreçler bir kişi veya partinin değil, devletin ortak aklının ürünüdür. Devletimize ve milletimize isyan etmek, en nihayetinde ilahi düzene isyandır. Bu zorlu zamanlarda, kin ve öfke dili yerine, akıl, sabır ve milli birlik ruhuyla hareket etmek, şehitlerimizin aziz hatırasına karşı en büyük sorumluluğumuzdur.