Hüseyin Demir
İnsan, yaratılışı itibarıyla sorumluluk taşıyan bir varlıktır. Kur'ân-ı Kerîm'de ifade edildiği üzere, yerlerin ve göklerin yüklenmeye cesaret edemediği emaneti insan üstlenmiştir (Ahzâb 33/72). Bu, onun yeryüzündeki varlığının ve hilafet misyonunun en temel göstergesidir. Ancak insan, bu ağır yükü taşırken çoğu zaman zorluklarla karşılaşır ve içsel bir gerilim yaşar. Bu noktada, İslâm inancı insana yol göstererek yükünü hafifletmeyi vaat eder. Nitekim Yüce Allah, "Allah, sizin yükünüzü hafifletmek ister. Zira insan zayıf yaratılmıştır." (Nisâ 4/28) buyurarak kullarına rahmetini ve merhametini göstermektedir
İnsanın Yükü ve Sorumluluğu
İnsan, varoluşsal olarak bir denge unsuru içinde yaratılmıştır. O, hem yücelmeye hem de aşağı inmeye müsait bir fıtrata sahiptir. Hz. Mevlânâ’nın ifadesiyle insan, iç âleminde "dokuz yüz katlı" bir potansiyel taşır. Eğer Allah’ın kendisine yüklediği hilafet sorumluluğunu idrak edip, esmâ-i ilâhiyyenin mazharı olmaya çalışırsa, melekleri dahi hayran bırakacak bir seviyeye ulaşabilir. Ancak nefsinin esiri olup dünyevî arzuların peşinden giderse, diğer canlılardan daha düşük bir konuma inebilir (A'râf 7/179, Furkan 25/44) ve esfel-i sâfilîne düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir (Tîn 95/5).
Bu çerçevede insanın sorumluluğu, kendisine verilen emaneti en iyi şekilde taşıyabilmektir. Bunun en önemli yollarından biri ise vahiy ile irtibat hâlinde olmak ve ilahî rehberliğe tabi olmaktır.
Allah, İnsanın Yükünü Nasıl Hafifletir?
Allah, insanın yükünü hafifletmek için ona çeşitli imkânlar sunmuştur. Bunların başında vahiy gelmektedir. İnsan aklı, özellikle metafizik konularla ilgili sınırlı bir kavrayışa sahiptir. Kendi başına evrenin ve varoluşun sırlarını tam anlamıyla çözebilme yeteneğine sahip değildir. Dolayısıyla insan, varoluşsal sorulara kendi çabasıyla net ve kesin cevaplar bulamadığında büyük bir zihinsel ve ruhsal yük taşır. İşte tam bu noktada vahiy, insana rehberlik eder. Peygamberler, metafizik sorulara cevap vererek insanı imana, marifetullaha ve muhabbetullaha yönlendirir. Böylece insan, içinde bulunduğu karanlık ve belirsizlik hâlinden kurtulup, ruhen ve zihnen hafifler.
Bunun yanı sıra, Allah’ın yükü hafifletme yollarından biri de ibadetlerdir. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetler, insanın dünyevî sıkıntılarını ve stresini azaltarak ruhsal dengeyi sağlamasına yardımcı olur. Özellikle namaz, Kur'ân’da "Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur." (Ra’d 13/28) ayetiyle vurgulandığı gibi, insanın iç huzurunu korumasına ve yüklerinden arınmasına yardımcı olur.
Haram Mal: Manevî Yük ve Toplumsal Çürüme
İnsanın en büyük yüklerinden biri de haram kazançtır. Kur’ân’da bu hususa şöyle işaret edilir: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret yapın. Aranızda meşru olmayan yollarla kazanılan malları yemeyin ve kendinizi öldürmeyin. Hakikaten Allah, size karşı pek merhametlidir.” (Nisâ 4/29). Buradaki “kendinizi öldürmeyin” ifadesi, yalnızca fiziksel anlamda değil, ruhsal ve toplumsal anlamda da bir ölüm tehlikesine dikkat çeker.
Haram mal, bireyin manevî hayatını öldürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumun genel ahlâk yapısını da bozar. Kolay yoldan kazanılan haram para, toplumda yozlaşmaya ve çürüme sürecine neden olur. Nitekim tarih boyunca toplumsal çöküşlerin en önemli sebeplerinden biri, adaletin kaybolması ve haksız kazancın yaygınlaşması olmuştur. Bu nedenle İslâm, helâl kazancı teşvik etmiş ve bireyleri adil bir ticaret ahlâkına yönlendirmiştir.
Müslüman Kimliğini Korumak ve Safını Netleştirmek
Kur’ân’da, Müslüman olduğu hâlde Müslümanların karşısındaki cephede yer alanlara yönelik sert uyarılar yapılmıştır: “Melekler, kendilerine yazık edenlerin canlarını alırken şöyle derler: ‘Siz ne yapıyordunuz?’ Onlar: ‘Biz, bu memlekette zayıf görülenlerdendik.’ derler. Melekler ‘Peki, Allah’ın arzı geniş değil miydi? Neden başka diyarlara hicret etmediniz?’ derler. İşte böylelerinin varacağı yer cehennemdir. Ne kötü bir yerdir orası!” (Nisâ 4/97).
Bu ayet, özellikle Mekke’de müşriklerin arasında kalmaya devam eden, imanlarını muhafaza etmek yerine dünyevî menfaatler uğruna pasif kalmayı seçen Müslümanlara hitap etmektedir. Buradan çıkarılacak temel mesaj şudur: Bir Müslüman, safını net bir şekilde belirlemelidir. Şayet dinî inançları ve değerleri tehlikeye giriyorsa, bulunduğu ortamı terk etmeli, imanını ve kimliğini korumalıdır. Günümüz dünyasında da Müslüman bireylerin, ahlâkî ve dinî değerlerini koruyabilecekleri bir çevre oluşturma sorumluluğu bulunmaktadır.
Sonuç
İnsan, varoluşu gereği büyük bir sorumluluk yüklenmiştir. Ancak Yüce Allah, bu yükü hafifletmek için vahiy, ibadetler, helâl kazanç ve doğru bir çevre gibi pek çok imkân sunmuştur. İnsan, Rabb’inin sunduğu bu rehberliği takip ettiği sürece hem dünyevî hem de uhrevî anlamda huzura erecek, içsel yüklerinden arınarak yücelme fırsatı bulacaktır. Öyleyse bu ilahî çağrıya kulak vererek, yüklerimizi hafifletmek için Allah’ın huzuruna yönelmek en doğru tercih olacaktır.