Bir ülkenin tarihini sadece olaylarla değil, o olaylara yüklenen mana ile okumak gerekir.
Bir ülkenin tarihini sadece olaylarla değil, o olaylara yüklenen mana ile okumak gerekir.
Çünkü bazen bir ekonomik karar, bir dua kadar derindir; bazen bir şehir yıkımı, bir medeniyet sorgusuna dönüşür.
Bizim hikâyemiz de böyle başladı:
Yıkıntılar içinden, bir diriliş çağrısıyla.
Yıkıntıdan Umuda
Bir zamanlar bu ülke, karanlık koridorlarda yönünü kaybetmişti.
Bankalar çökmüş, paralar pul olmuş, umut ekmekten daha pahalıya satılır hâle gelmişti.
Millet, siyasetten umudunu kesmişti; devlet, kendi halkına yabancıydı.
İşte o an, içten bir ses yükseldi:
“Milletin kaderini yeniden millet yazacak.”
Bu söz, sadece bir siyasi iddia değil; bir medeniyet dirilişinin parolasıydı.
Ekonomide istikrarla, yatırımla, yollarla, köprülerle; ama aslında her şeyden önce bir öz güvenle başladı yürüyüş.
Fabrikalarda çark döndü, şehirler büyüdü, evlere huzur döndü.
Uzun bir uykudan uyanır gibi; “biz yaparız” inancı yeniden doğdu.
İstikrar ve İnşa
Bir milletin kalkınması, sadece binalarla ölçülmez.
Yollar, hastaneler, okullar; bunlar bir medeniyetin taşlarıdır.
Ama o taşları birbirine bağlayan harç, adanmış ruhtur.
Bu dönemde o ruh, “kendi ayakları üzerinde duran Türkiye” fikriyle güçlendi.
Savunma sanayiinde dışa bağımlılıktan kurtulmak, gökyüzünde kendi kanadını açmak demekti.
İnsansız hava araçları, sadece teknolojik atılım değil; “ben varım” diyen bir milletin sesiydi.
Ekonomide dalgalar olsa da, o ses hiç susmadı.
Sarsıntıların Çağı
Ama her diriliş, sarsıntıyla sınanır.
Bir gece karanlığında, ülkenin kalbine hançer gibi saplanan o darbe teşebbüsü...
Devletin damarlarına sızan ihanetin yüzü ortaya çıktı.
Tanklar yürüdü, uçaklar halkın üzerine döndü; ama millet yüreğiyle tankın önüne durdu.
O gece, gökyüzüyle yerin arasında bir iman köprüsü kuruldu.
Bir ülke, yeniden kendi ruhunu keşfetti.
Fakat bu sarsıntı sadece siyasi değildi.
Devletin hafızası sarsıldı, kurumlar yeniden kuruldu, güvenlik kaygısı hukukun önüne geçti.
Bu da başka bir sınavdı:
Güveni sağlarken adaleti koruyabilmek.
Görünmeyen Düşmanlar: Salgın ve Kapanma
Sonra dünya, görünmeyen bir düşmanla tanıştı.
Sokaklar boşaldı, şehirler sustu, insan kendi içine kapandı.
O dönemde devlet, hastane yataklarıyla değil; insan nefesiyle sınandı.
Sağlık ordusu, milletin yorgun umuduna nefes oldu.
Salgın, sadece tıbbî değil, ruhî bir krizdi;
çünkü insan, ne kadar güçlü olursa olsun, bir virüs karşısında acziyetini yeniden öğrendi.
Ekonomiler daraldı, üretim yavaşladı, dünya birbirine kapandı.
Ama millet, birbirinden uzak dursa da gönülden yakın durmayı bildi.
Yerin Altından Gelen Ses: Deprem
Bir sabah, yer yarıldı; şehirler bir anda mezara döndü.
Yıkılan evlerin altında sadece insanlar değil, bir çağın ihmali de kaldı.
O enkazın başında ağlayan anaların gözünde, bir milletin vicdanı sızladı.
Yeniden inşa sözü verildi, yaralar sarıldı;
ama bu felaket, bize bir kez daha gösterdi ki medeniyet, sadece yapmak değil; sağlam yapmak sanatıdır.
Dış Denge, İç Duruş
Dünya yeniden şekillenirken, Türkiye kendi yolunu aradı.
Kimi zaman doğuya, kimi zaman batıya bakan ama hiçbirine teslim olmayan bir duruş...
Bazen yalnız kaldı, bazen güçlü dostluklar kurdu.
Kendi çıkarını, kendi onuruyla tanımlamaya çalışan bir dış politika belirdi.
Bu, kolay bir yol değildi.
Çünkü dünya, bağımsızlık talebini alkışlamaz; onu sınar.
Ve biz, yirmi üç yıldır bu sınavdayız.
Ruhun Dirilişi
Bütün bu yıkımlar, sarsıntılar, pandemiler, krizler...
Her biri, bir medeniyetin yeniden doğuş sancısı gibiydi.
Bir çağ kapanıyor, yenisi açılıyordu.
Mesele, sadece devleti yönetmek değil; milletin ruhunu diri tutmaktı.
Ve bu, ne fabrikayla ne kanunla; ancak imanla, adaletle, ahlakla mümkündü.
Bir dirilişin özü şudur:
Her yıkımdan sonra yeniden kalkabilmek.
Kalkarken öfkeyle değil, şuurla hareket etmek.
Çünkü diriliş, yıkılmış taşların arasında değil,
uyanmış kalplerin içinde başlar.
Son Söz
Yirmi üç yıl…
Bir ülkenin hem büyüme hem imtihan hikâyesi.
Yapmakla yıkılmak, kazanmakla kaybetmek, sevmekle öfkelenmek arasında geçen uzun bir yol.
Ama bu yolun sonunda hâlâ yürüyen bir millet varsa,
demek ki bu topraklarda hâlâ dirilişin kıvılcığı sönmemiştir.
Çünkü bu millet, yıkıntının içinden bile umudu yeşerten millettir.
Ve umudun adı, hâlâ “Türkiye”dir.
Selam ve dua ile.