PKK’nın Silah Bırakması Üzerine Stratejik ve Medeniyet Merkezli Bir Değerlendirme**

Hüseyin Demir

PKK’nın Silah Bırakması Üzerine Stratejik ve Medeniyet Merkezli Bir Değerlendirme**

Silahların sustuğu günlerin ardından sevinç kadar, dikkat ve feraset de gerekir. Türkiye’yi kırk yıla yakın bir süredir meşgul eden terör meselesinde, örgütün 2025 Mayıs’ında açıkladığı silah bırakma ve fesih kararı, elbette ilk bakışta olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak bu kararın, “gerçek bir teslimiyet” mi yoksa “görünmez bir yeniden konumlanma” mı olduğu sorusu, ferasetli bir zihin için önemlidir. Çünkü Ortadoğu’da isimler değişir, şekiller farklılaşır; fakat küresel senaryoların özü hep aynıdır: İslam coğrafyasını bölmek, zayıflatmak ve köksüzleştirmek.

Taşeronluk Sistemi: ASALA’dan PKK’ya Küresel Akıl Değişmedi

Dün ASALA vardı, bugün PKK/PYD. ASALA, bir dönemin taşeronuydu; görevini tamamladığında, tarih sahnesinden silindi. Yerini, etnik ve mezhebi fay hatlarına oynayan yeni bir örgüt aldı. PKK, sözde bir “etnik hak” talebinin değil, Küresellerin sahadaki silahlı gücüdür. PYD/YPG gibi uzantılar da, bu projenin Suriye kolunda aynı görevi ifa etmektedir. “Özgürlük” kisvesiyle başlayan her hareketin arkasında, haritalar çizen kalemler, petrol anlaşmaları yapan şirketler ve istihbarat oyunları vardır.

Bu bağlamda, PKK’nın silah bırakması, bizim için nihai bir sonuç değil; yeni bir oyun safhasının başlangıcı olabilir. Çünkü bu tür örgütler, emperyal aklın sahadaki taktik unsurlarıdır. Rol verilir, oynar. Rol bittiğinde silinir ya da şekil değiştirir.

Devletin Derin Hafızası: “Zafer” Değil, “İdrak” Vakti

Devlet bu meseleyi artık yalnızca “terörle mücadele” olarak değil, “medeniyet kuşatmasıyla mücadele” olarak görmektedir. Bu yüzden terörle mücadele sadece silahla değil, stratejiyle yürütülmektedir. Türkiye, dış politikasında bağımsızlaşmış, terörün beslendiği coğrafyalara müdahil olmuş, sınırlarını içeride değil, dışarıda savunmaya başlamıştır. Bu yeni güvenlik paradigması, taşeron örgütleri tasfiye ederken, onları görevlendiren aklı da hedef tahtasına koymaktadır.

Devletin yaklaşımı artık yalnızca “güvenlik” değil; aynı zamanda “hakikatin korunması”dır. Bu nedenle, milletin zihninde, “barış geldi” algısıyla bir gaflet perdesi çekilmemeli; asıl mücadelenin şimdi başladığı bilinci diri tutulmalıdır.

Milletin Sezgi Gücü: Barışa Değil, Hakikate Evet

Milletin büyük çoğunluğu, bu gelişmeyi temkinli bir umutla karşılamaktadır. Bu millet, tarih boyunca çok görmüş; dostla düşmanı, taşla gülü ayırt etmeyi öğrenmiştir. Bugün de millet, “terör bitti” dememekte; “görev mi değişti?” diye sormaktadır. Çünkü bu topraklar, yedi düvelle savaşmış bir milletin vatanıdır. Barış, hakikatten koparsa tuzaktır. Ama hakikatle yoğrulursa nimettir.

Bugün milletin gönlünde gerçek barış, devlet-millet kaynaşmasıyla, kalkınmayla, adaletle, inançla sağlanır. Silahların susması yeterli değildir. Terörü doğuran sebepler, onu kullanan üst akıl, ve en önemlisi; onun beslendiği fikrî ve ahlaki boşluk doldurulmadan, kalıcı bir huzurdan söz edilemez.

Geleceğe Bakış: Haritayı Kuranlara Karşı Harfleri Diriltmek

Silah susunca harita yeniden çizilir. Bugün terörün sona ermesi, Türkiye'nin bölgedeki büyük yürüyüşü açısından bir fırsattır. Ama bu fırsat, sadece güvenlik alanında değil; eğitimde, kültürde, ekonomide, inançta da seferberlik ilan edilerek değerlendirilebilir. Çünkü küresel akıl sadece silahla bölmez; fikirle, dille, kimlikle de böler.

Küresellerin haritalarını bozan, yerli ve milli kalkınmadır. Devletin, bu dönemde sadece terörle değil; dijital propaganda, kültürel yozlaşma ve aile yapısını hedef alan saldırılarla da mücadele etmesi, artık millî güvenliğin asli unsurudur. Bu süreci doğru yöneten bir Türkiye, sadece kendi coğrafyasına değil, ümmete de umut olacaktır.

Son Söz: Ferasetle Bak, Felaketi Fırsata Çevir

PKK'nın silah bırakması bir “zafer” olarak değil; bir “imtihan” olarak görülmelidir. Asıl soru şudur: Bu bir gerçek teslimiyet mi, yoksa yeni bir stratejik yeniden doğuş mu? Unutulmamalıdır ki; küresel oyun kurucular, sahada geri çekilirken zihinlerde yeni cepheler açarlar. O yüzden bu zafer, bir gaflet uykusuna dönmemelidir.

Bugün susan silahların, yarın konuşan dijital fitnelere, kültürel ayrışmalara, kimlik krizlerine dönüşmemesi için; kalemler konuşmalı, irfan uyanmalı, fikir yeniden dirilmelidir. Silahın yerine geçecek olan kelime, milleti birleştiren, devleti yücelten, hakikati ayağa kaldıran kelime olmalıdır.

Ve nihayetinde bu millet, iradesini hiç kimseye devretmemiştir. Çünkü bu milletin kalbinde bir sır vardır: Toprağın altına düşen her şehit, gökyüzüne bir dua olarak yükselir.