Hüseyin Demir “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah azîzdir, hakîmdir.” — (Fetih, 7)

Hüseyin Demir

“Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah azîzdir, hakîmdir.”
— (Fetih, 7)

Sarsıntının Haberciliği

21. yüzyılın modern şehirlerinde dijital ağlarla örülmüş bir hayat akarken, bir anda yerin derinliklerinden gelen bir titreşim her şeyi susturabiliyor. Tıpkı Silivri açıklarında yaşanan 3.9 büyüklüğündeki depremin ardından, İstanbul’da hissedilen sarsıntının yarattığı panik gibi… O an, insan ne teknolojisini, ne servetini, ne modernliğini hatırlıyor. Yalnızca bir kelime kalıyor geriye: Allah.

Deprem, sadece bir yer hareketi değildir. O, kainat kitabının bir cümlesidir. İlahi sistemin hatırlatıcısı, zamanın derinliğinden gelen bir ikazdır. Tabiatın değil, tabiatı da emri altında tutan Rabb’in bir tecellisidir. Depremi anlamak, sadece jeolojik verileri çözümlemek değil; onun arkasındaki hikmeti, kaderi, ahlaki sorumluluğu ve medeniyetin temelini sorgulamak demektir.

Depremin İlahi Hikmeti: Kur’an ve Sünnet Perspektifi

Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette yeryüzünün sarsılmasından bahsedilir. Zilzal Suresi bu bağlamda merkezîdir:

“Yeryüzü o şiddetli sarsıntıyla sarsıldığı zaman ve toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı zaman; insan ‘ne oluyor buna?’ diyecektir.” (Zilzâl, 1-3)

Bu ayet, sadece kıyameti anlatmaz. Aynı zamanda yeryüzündeki her sarsıntının bir anlam taşıdığını haber verir. Deprem, tabiatın ‘ne oluyor’ diye haykırmasıdır. O haykırış, kulaklarını hakikate tıkamış insanlara bir çağrıdır.

Hadislerde ise Resulullah (sav), yeryüzünde meydana gelen felaketlerin bazen günahların, adaletsizliğin, zulmün bir sonucu olarak da zuhur ettiğini ifade eder:

“Bir topluluk içinde açıkça günah işlenirse ve diğerleri buna engel olmazsa, Allah Teâlâ umumi bir azap gönderir.” (Tirmizi, Fiten, 9)

Bu bağlamda deprem yalnızca fiziksel değil, ahlaki ve metafizik bir boyut da taşır. Hz. Ömer’in (ra) Şam’a girmekten imtina etmesi, Resulullah’ın Uhud’un sarsılışını “Ey Uhud! Üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehid var.” diyerek sakinleştirmesi (Buhârî, Menâkıb 25) olaylara yalnızca maddi değil, deruni bir bakış gerektiğini gösterir.

Sezai Karakoç’un Işığında Deprem: Medeniyetin Zilzali

Sezai Karakoç, tabiat hadiselerini yalnızca dış dünya ile açıklamayı reddeder. Ona göre doğa, ilahi kelamın bir yansımasıdır. Deprem gibi hadiseler ise medeniyetlerin çürümesini, insanın Hak ile olan bağının kopmasını da sembolize eder. Medeniyet, ruhsal bir yapıdır ve ancak imanla ayakta kalabilir. Karakoç’a göre:

“Medeniyet, toprağın değil, ruhun mimarisidir.”

O hâlde sarsılan sadece zemin değildir; sarsılan, imanla temellendirilmemiş bir hayatın kendisidir. Betonun değil, vicdanın, şehirlerin değil, kalplerin çöktüğü bir çağda yaşıyoruz.

İslam Ansiklopedisi Perspektifiyle Deprem

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'ne göre “zelzele” hem jeolojik bir olay olarak hem de ilahi bir tecelli olarak ele alınmıştır. Tarih boyunca büyük depremler, peygamberlerin mucizeleriyle ya da bir kavmin helakıyla ilişkilendirilmiştir (bkz. Sâlih kavmi, Lut kavmi).

Ansiklopedide bu doğal afetlerin İslam düşüncesindeki yeri şu şekilde özetlenir:

  • Allah’ın kudretini gösterir.
  • İnsanlara sabır, tevekkül ve sorumluluk yükler.
  • Toplumsal dayanışmayı artırır.
  • İlahi adaleti hatırlatır.

Ölüm, Ayrılık ve İmtihan

Depremler, kaçınılmaz olarak ölümler, ayrılıklar ve yarımlar doğurur. Ancak bu acılar bile İslam’da anlamlıdır. Şehitlik makamı, depremde vefat eden mü’minler için bir müjde olarak Resulullah tarafından beyan edilmiştir:

“Yıkıntı altında kalarak ölen de şehittir.” (Buhârî, Cenâiz, 76)

Bu bağlamda Müslüman, ölüm karşısında isyan etmez. Bilakis, sabrın ve imanın kalelerini kuşanır. Depremle yıkılan sadece binalar değildir; eğer dikkat edilmezse yıkılan insanın iç yapısı, ümmetin ahlakî direkleri olabilir. Ama doğru okunursa bu tür sarsıntılar ruhları yeniden ihya edebilir.

Sonuç: Deprem ve Diriliş Arasında Bir İnşa Çağrısı

Deprem, yalnızca bir yıkım değildir. O, aynı zamanda bir çağrıdır: Dirilişe, yeniden inşaya, tevbe ve tefekküre… Sezai Karakoç’un diliyle söylersek, yıkıntılar arasında diriliş meşalesini taşımaktır önemli olan.

Bize düşen, sarsıntıların ardından sadece bina yapmaktan öte, insanı, toplumu, ruhu ve medeniyet bilincini yeniden inşa etmektir. Depremi anlamak, sadece fay hatlarını değil, hayat hatlarımızı da onarmak demektir.