Dünyada olup biten hiçbir hadise tekil değildir. Her olay, başka bir olayın gölgesinde büyür; her açıklama, başka bir planın işaret fişeğidir.

Dünyada olup biten hiçbir hadise tekil değildir. Her olay, başka bir olayın gölgesinde büyür; her açıklama, başka bir planın işaret fişeğidir. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Osmanlı’yı hedef alan sözleri de bu zincirin bir halkasıdır. Kuru bir tarih yorumu ya da siyasi hamle değildir bu. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin işaret ettiği gibi, bu sözler, farklı emel ve hedeflere hizmet eden sipariş bir propagandanın ürünüdür.

Netanyahu’nun diliyle konuşanlar, aslında Batı’nın derin aklına ait uzun vadeli bir senaryoyu dillendirmektedir. Bu, yalnızca İsrail’in değil; onu besleyen küresel merkezlerin Türkiye’ye dönük yeni bir cephe açma hamlesidir. Bahçeli’nin sözleri bu noktada oldukça net: "Gelişmelerin püf noktasında elbette Türkiye vardır." Evet, hedef Filistin kadar Türkiye’dir. Çünkü Türkiye, sadece bir devlet değil; ümmetin vicdanı, medeniyetin mirasçısı, tarihin iddiasıdır.

Osmanlı’yı Düşmanlaştırmak, Türkiye’yi Kuşatmaktır

Netanyahu’nun Osmanlı karşıtı söylemi bir rastlantı değildir. Çünkü Batı aklı, Osmanlı'nın yalnızca bir geçmiş değil; aynı zamanda bir gelecek tahayyülü olduğunu iyi bilmektedir. Osmanlı, bir sınır değil; bir medeniyet dairesidir. İstanbul merkezlidir, ama Kudüs’ü, Bağdat’ı, Şam’ı da içine alır. O yüzden Osmanlı’ya dil uzatmak, bu coğrafyada hâlâ diri olan adalet, merhamet ve birlik idealine saldırmaktır. Bu nedenle Bahçeli, bu tür açıklamaların sadece bir tarih tartışması olmadığını, aynı zamanda bölgesel bir karanlık planın parçası olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Siyonizm'in Nihai Hedefi: Türkiye

Siyonizm bir fikir değil, bir projedir. Emperyalizmle birleştiğinde sınır tanımaz bir yayılmacılığa, ahlâksız bir tahakküme dönüşür. Bahçeli’nin tespitiyle söyleyelim: "Birbirine eklemlenerek genişleyip güçlenen kriz ve kaos sarmalında perdelemiş nihai hedef Türkiye'dir." Çünkü Türkiye, terörle diz çökmeyen, ekonomiyle hizaya getirilemeyen, iç cephede parçalanamayan bir millettir. Bu direnci kırmak için artık sahada ve söylemde her yol denenmektedir. İran’a yapılan saldırılar, aslında Türkiye’ye gönderilen dolaylı mesajlardır. Türkiye’nin dirilişine karşı gösterilen alerji, bu hakikatin en çarpıcı göstergesidir.

İçimizdeki İsrail Lobisi ve Küresel Tuzaklar

Bahçeli’nin "İçimizdeki İsrail lobisi" vurgusu son derece yerindedir. Çünkü mesele sadece dışarıdan gelen tehditler değildir. İçeride, milli iradenin altını oymaya çalışan, Türkiye’nin bölgede yükselişini hazmedemeyen yapılar da mevcuttur. Bu yapılar, Batı’nın çıkarlarını kendi topraklarımızda temsil eden bir tür “ajan zihin” taşımaktadır. Türkiye’nin milli duruşunu itibarsızlaştırmak için her fırsatı kullanmakta; sosyal medya, sivil toplum, akademi ve medya üzerinden Türkiye’nin ruh kökünü kurutmaya çalışmaktadırlar.

Millî Direnç ve Güç Kullanımı

Bahçeli, diplomasi ve diyalog yollarının artık tıkandığını ifade ederken haklı bir noktaya temas ediyor. Zira İsrail, yıllardır uluslararası hukuk, insan hakları, barış girişimi gibi tüm normları ayaklar altına almış; buna rağmen bir kere bile cezalandırılmamıştır. Bugün geldiğimiz noktada söz bitmiştir. Bahçeli’nin, “İsrail’in kesinkes güç kullanılarak önünün kesilmesi gerektiği” tespiti, yalnızca bir siyasi pozisyon değil; tarihi bir sorumluluğun ifadesidir. Türkiye, bölgesel barışın ve ümmetin huzurunun yegâne teminatı olarak, bu tavrı göstermek zorundadır.

ABD ve Batı: Çöküşün Eşiğinde

Bahçeli'nin dikkat çektiği bir başka nokta da ABD’nin kendi içindeki istikrarsızlıktır. 14 Haziran’da pek çok eyalette planlanan gösteriler ve ayrılık talepleri, Batı’nın yıllarca ihraç ettiği krizlerin artık kendi evine döndüğünü göstermektedir. Bugün ABD'nin yaşadığı çalkantılar, tarihin adalet terazisinin nasıl çalıştığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Kendi toplumunu yönetmekte zorlanan bir küresel güç, başka halklara barış ve düzen vadedecek durumda değildir.

Sonuç yerine:

Devlet Bahçeli’nin bu açıklamaları, bir siyasi partinin liderinden ziyade, tarihi bir hafızanın ve devlet aklının sesi olarak okunmalıdır. Türkiye, sadece coğrafi değil; medeniyet merkezli bir kuşatmayla karşı karşıyadır. Bu kuşatmayı aşmanın yolu, milli birlik, ferasetli liderlik ve kararlı duruştur.

Siyonizm ve emperyalizm, perde arkasından Türkiye’yi hedef alsa da; bu millet tarih boyunca nice kumpaslara göğüs germiştir. Bugün de aynısını yapacaktır. Çünkü Türk milleti teslim olmaz; diz çökmez; tevhitten, adaletten ve istiklâlinden vazgeçmez.